-->

HAK DA BENİM HUKUK DA

- Temmuz 08, 2018

HAK DA BENİM HUKUK DA

8 TEMMUZ 2018   21:35
aaaltekin@gmail.com


Bu aralar millet bilinçlendi gibi. Ya da öyleymiş gibi davranıyorlar, onu bilemem. Ama bildiğim bir şey var: Artık zalime karşı yalan da olsa, sesler yükseltiliyor.

Çok dillendirilen popüler konulara değinmeyeceğim bu yazımda. Zira çocuklar, kadınlar, hayvanlar ve çevre hep gündemde. Yazacağım konuların Hemen hemen hepsinin başımdan geçen olaylar olmasına ayrıca dikkat ettim. Çünkü adalet kavramını yalan dolanla küçük düşürmek istemeyiz. Güzel şeyler hiç mi olmuyor derseniz evet, var. Ama yakamızı kötülük bırakmıyor. Ve biz de istiyoruz ki bunlar bizim başımıza geldi. Sizin başınıza gelmesin.

İlk olarak bir spor lisesinin yetenek sınavıyla giriş yapalım: Yakında sınavı yapılan yetenek sınavın sonuçları açıklanmadan gidip idareyle yeğenim için görüştüm. Amacım torpil yapmak mıydı? Anlatacaklarımı okuyun ve siz karar verin.

Geçmişte başıma çok geldi. Ve dolaylı yoldan şahit olduklarım da var. Dört dörtlük bir öğrenci olmana rağmen sınavdan kötü alırsın. Ama öğretmen bunu bilir ve ona göre not verir. Buna benzer bir duruma düşmemek için gidip okul ile görüştüm. Yeğenimin başarılarından bahsettim biraz. Ve sanırım konuyu yanlış anlamış olacaklar ki bana adaletten bahsettiler. Çocuk iyi dedim. Sınavdaki puanını bilmiyorum. Fakat heyecana kapılmamışsa iyi bir derece yapmıştır diye ısrar edince bana sonuçları gösterdiler. Çalışmadığını da eklediler. Yetenek sınavına baktım. Evet, böyle bir çalışma yapmadığına eminim. Sanırsın üniversiteye öğrenci alıyorlar. Yine de işi sıkı tuttukları için kendilerini tebrik ettim.

Sonuçları gözden geçirince bir şey dikkatimi çekti. Spor lisansları. Hak hukuktan bahsedenler neden öyle bir koşul eklemişler bilemiyorum. Birçok ünlü futbolcunun saha kenarından yetişme olduğunu hepimiz gayet iyi biliyoruz. Ama çalıştırıcı siz olsaymışsınız demek ki lisansız onları içeriye almayacaktınız.

Kendilerince haklıydılar belki. Çıktım geldim eve. Ertesi günü bekledim, sonuçlar açıklanacaktı. Madem adalet, hak, hukuk diyorlardı bunu yerinde görmeliydim. Sabah açıklamadılar. Akşam yine sonuç yok. Yatmadan önce tekrar baktığımda sonuçları gördüm. Aldım elime kâğıt ve kalemi hiç çekinmeden sabaha kadar sonuçları karşılaştırdım. Öğlen ezanından sonra bitirdim. İdarenin gözünden kaçmıştır diye kalkıp kendilerini aradım. Sonuçları kimlerin hazırladığını sorduğumda bana sistemin otomatik yaptığı cevabını verdiler. Sinirlendim. Bilgisayar durduk yere neden bir öğrencinin puanını kırarken ondan daha düşük dereceyle geçen diğer öğrencinin puanını yükseltsin? Benden hangi öğrenciler olduğunu sordular, söyledim. Bir sıkıntı olduğu kanaatindeysem bilmem kimle görüşmem gerektiğini söylediler. Alın size bir saçmalık daha. Madem onunla görüşeceğim sizin o makamda ne işiniz var? Kapattım telefonu. Beni kaale almayanı ben hiç takmam.

Umarım Milli Eğitim Bakanlığı bu konularda biraz daha titiz davranır.

Ehliyet sınavı ile devam edelim: Ehliyet sınavından geçebilmek için büyük uğraş verdim. İlk üç ay sırf çalıştım direksiyon sınavına. Sonra emin olamadım bu çalışmayı dördüncü hatta beşinci aya kadar taşıdım. Bu zaman zarfında iki eğitmen değiştirdim. Ve her ikisinden tam not aldıktan sonra sınava girdim.

Sınav gününe kadar hiçbir heyecan yokken on saat geldi oturdu beynime. Hafiften hissettim yani. Sınavda görevli olanlar geldikten sonra başladım aracı sürmeye. Yanımdaki görevli soru yağmuruna tuttu beni. En son aracımın olup olmadığını sordu. Üstüne biraz da övdü. İnşallah ehliyeti alırsam aracı da alacam cevabını verip parka geçtim.

Park yaparken tekerleklerin çizgiye gelemeyeceğini fark ettim. Yanımdaki görevliye bunu belirtip öne çıkıp öyle geri dönmem gerektiğini söyleyince yasak olduğu cevabını verdi. Şaşırdım. Aracı normal bir şekilde park edip sesimi çıkarmadan indim araçtan. Park yapılmıştı. Ama tekerlekler çizginin üzerine gelmediği için senin; kalkışın, aracı güzel kullanman, diğer tüm kuralları yerine getirmen ve sağlıklı bir şekilde parkuru bitirmen tek bir hata, çizgi hatası yüzünden boşa gitmişti. Görevliye bir şey demedim. Çünkü kuralı koyan kendisi değil. Peki, bu kuralı koyanlar aday sürücünün ne demek olduğunu bilmiyorlar mı? İnsanlar park ederken tek hamlede mi park ediyorlar ki o kadar kısıtlama getiriyorlar? Mantık aramadım. Bıraktım aracı, geldim oturdum bilgisayarın başına, kitaplarımı yazmaya başladım. Sinirlenmek, bağırıp çağırmak fayda vermeyeceğini biliyordum.

Üçüncü konu, Türk Telekom: Konya’da öğrenciyken tanıştım Türk net’le. Kullanıcılara güzel olanaklar sunan internet sağlayıcısı. En çok hoşuma giden on iki veya yirmi dört ay gibi kullanıcıları kendilerine bağlayan şartlarının olmamasıydı.

Mardin’e geldim. Aradım kendilerini ve internet sözleşmesini mail yoluyla imzalayıp kendilerine geri gönderdim. Sözleşmenin üzerinden tam yirmi iki gün geçti. Merak edip müşteri hizmetlerini aradım. Alt yapının Türk Telekom’a ait olduğunu, bunun için ekiplerin önce gelip bağlantıyı sağlamaları gerektiğini söyleyince sinirlendim. Bu zaman zarfında neden gelip sağlamadıklarını sorunca verdikleri cevap sinirimi daha da arttırdı. Neymiş efendim, ekipler gelmiş beni bulamamış. Neyse ki sinirlendiğim zamanlar bunu karşıdakine yansıtmama yeteneğim var. Gayet sakin bir şekilde telefonla neden aramadıklarını sordum. Ona da verilecek cevapları vardı. Aramışlar beni ve interneti iptal etmek istediğimi söyleyince geri dönmüşler. Madem kendileri bu kadar gamsız, ben de iptal edin dedim. Bir daha da internet çekmedim eve. Hatta gidip hattımı da değiştirdim.

Sonradan bir iş için arkadaşla beraber Türk Telekom binasına gittik. Her yer toz içinde bembeyaza dönmüştü. Sadece bilgisayarın klavyesi kullanıldığı için temizdi. Arkadaş derdini anlattı. Kendisi anladığım kadarıyla hem patron hem de işçi. Koca kurumda bir tek o çalışıyordu.

Şimdi de canımızı emanet ettiğimiz doktorlara geldi sıra: Konya’da öğrenciyken uğrama şansını elde ettim. Şans dedim. Çünkü gerçekten benim için büyük bir fırsattı. Dişlerimi dolgu yaptırmam gerekiyordu. Yarısını okulda diğer yarısını da Mardin’de yapılacak şekilde ayarladım zamanımı.

Konya’daki tedavi çok başarılı geçti. Her şey okulun bitmesiyle başladı.

Midyat Devlet Hastanesi oldum olası hep kötü anılır. Gidip yerinde teyit ettim bunu. Bir akraba ile gittim ilk önce. Doktor ameliyata girdiği için bizi biraz geç muayene etti. Masasına oturdu ve içeri girdik. Acelesi vardı biraz. Akraba şikâyetlerini dile getirdikten sonra ameliyat cevabını aldı. Kanı dondu resmen. Yangından mal kaçırır gibi bu ne acele? Araya girdim. Başka bir yolu yok muydu bu hastalıkla başa çıkmanın? Tek çare ameliyat olduğunu ısrarla tekrarladı. Bu da yetmedi ameliyat olmazsa birkaç ay gibi kısa bir zaman zarfında hastanın yatalak olacağını da ekledi.

Çıkışta başka bir doktor arkadaşı aradım ve durumu bir de ona anlattım. Fazla çalışmaktan kaynaklanan tipik bir yorgunluk dedi. Sadece dinlenmesini önerdi. Aradan üç yıl geçti. Çok şükür sıhhati hala yerinde, yatalak falan değil yani.

Başka bir gün baş ağrısı ilacı için gittim. Önümde bir bayan vardı. Daha bayan şikâyetlerini söylememişti ki üzerinde takım elbise, elinde çanta şık giyinmiş bir adam doktorun yanına geldi acile. Çantadan bir kutu çıkardı ve anlatmaya başladı. Aklımda sadece iki ilaç kaldı. Onları da bildiğimden değil sağda solda hep duyduğumdan: Parol ve minoset. Bundan sonra bu ilaçların yerine o getirdiğini vermesini söyledi. Ve onayları daha tam bitmediği için Midyat’ta sadece bir eczanede bulunduğunu da ekledi. Adam gittikten sonra bayan geçti. Bayanın okuma yazması yoktu. Gariban doğru dürüst Türkçe bile konuşamayınca doktor ikinci kanala geçti. Reçetesine baktım ve az önceki adamın getirdiği ilacın isminin yazılı olduğunu gördüm.

Bu konu ile ilgili çok anım var. Fazla canınızı sıkmadan diş ile olan konuya dönüp bitireyim.

Yarım kalan tedaviyi devam etmek için Midyat Devlet Hastanesine gittim. Doktor beni çok şaşırttı. Devletin yeterince imkânının olmadığını eğer istersem beni özel dişçiye gönderebileceğini söyledi. Tartıştım kendisiyle. Günlük diş muayenesi için gelenlerin sayısı iki yüzü geçiyordu. Bu nasıl bir sorumsuzluk?

Hem doktorun bu tavrı hem de sıramatiklerin bozuk olmasından dolayı danışmanlığın orada fiş kesilirken uzun kuyruğa aldırış etmeden adam kayıranları şikâyet etmek için hastane sekreterliğini aradım. Yaklaşık yarım saat sonra hat düştü. Beyefendileri telefonu neden açmadıklarını sorduğumda ise ayrıca bir azar işittim. Şikayet için aradığımı söylememle telefonun kapanması bir oldu. Ben de Sağlık Bakanlığı şikâyet hattını aradım.

Aradan birkaç gün geçti. Tanımadığım sabit bir numara arıyordu beni. Açtım. Hastane başhekimiymiş. Neden kendilerine ulaşmadığımı, doğrudan Sağlık Bakanlığını aradığımı soruyordu. Hastanenin her yerinde kamera olduğunu ve isteseler bu sıkıntıları orada da görebileceğini söyleyince bir de o kapattı telefonu. Neden aradığını ve neden kapattığını bilmiyorum? Ama şunu açıkça söylemem gerekir ki doktorların hakkını savunan kanunlar hastaları maalesef umursamıyor.

Gelelim Ptt gibi saygıdeğer bir kuruluşun ayıbına: Konya’da iken tek sıkıntı yaşamadığım kargo Ptt idi. Ben de işim düştükçe hep onu tercih ettim. Ta ki Mardin’e gelene kadar da mutluydum.

İlk kargo sıkıntısı yaşadığımda Almanya’dan bir posta bekliyordum. Yurt dışı yüksek lisans başvuruları için gerekli olan belge Ptt ile gönderildi bana. Zaman dardı. Başvuru tarihleri açısından her gün eksik belgelerimi tamamlamaya çalışıyordum. Ama Almanya’dan gelecek olan belge olmadan bunun mümkün olmadığı cevabını alıyordum her seferinde.

En son kargo takip numarası aldı karşı taraftan. Yaklaşık bir hafta geçmişti kargonun gelmesi üzerinden. Bazı tanımlar eklenmişti. Alıcı evde bulunamadığından kâğıt bırakıldığı gibi saçma tanımlar. Söyledikleri gün de dersim olmadığı için evde kitaplarla uğraşıp dışarı çıkmadığım gün. Yalan söylemişlerdi.

Aradım müşteri hizmetlerini ve derdimi dile getirdim. En kısa zamanda konu ile ilgili bana geri dönüş yapılacağını söyleyip kapattılar. Gidip kargomu aldım. İkinci kargom geldi. Aynı tanımlar yapıldı. Fakat kimse geri dönüş yapmadı bana. Bu defa gidip Ptt müdürlüğüne derdimi anlatmaya karar verdim. Müdür bey konu ile ilgili yardımcı olamayacağını nazikçe iletti. Beni müşteri hizmetlerine yönlendirdi. Yine arayıp konuştum ve bu şekilde yaklaşık altı aramadan sonra pes ettim.

Bir yıl geçti aradan. Yine kargo geldi. Aynı tanımlara bir de ekleme yapılmıştı: Köy dağıtımı. Aradım müşteri hizmetlerini ve artık kesin bilgi istediğimi ilettim kendisine. Mesajı ona göre yazmasını söyledim. İki gün sonra mail üzerinden cevap geldi. Dağıtıcı gelmiş ve beni bulamadığı için kapıya not bırakmıştı. Yani dağıtıcı haklı çıkmıştı. Derste olduğum için cevap vermedim. Sonra sert bir cevap yazdım. Not falan bırakmadığını da ekledim. Eve gittiğimde kapıda isimsiz, tarihsiz bir not kâğıdı gördüm. Sadece güldüm.

Bir ay daha geçti aradan ve yine aynı sıkıntı. Artık dedim cumhurbaşkanlığına yazayım. Vazgeçtim. Müşteri hizmetlerini aradım yine. İki gün sonra cevap geldi. Kapıya not bırakıldığı ve Abdülaziz Alptekin imzasıyla kargonun iade alındığı yazıyordu. Çok sinirlendim. Cehaletin bu kadarı da olmaz dedim. Tamam, inceleme yaptınız da isme de mi dikkat etmediniz. Bu defa kesinlikle cumhurbaşkanlığına yazacağım. Daha fırsat bulamadım. Kargo fişlerini arayıp bulmak kolay değil.

Benim için onlarca anıdan sadece birkaç tane olan yazının son konusuna geldi sıra: A101.

Midyat’ta bulunan mağaza çalışanları kendilerini baya aşmışlar. Çalışan değil patron olarak görüyorlar kendilerini herhalde. Çünkü onların yaptığı çirkefliği mal sahibi yapmaz. Hayâ eder.

Bir tane süpürge makinesi aldık. Bize su ile çalıştığını söylediler. Neyse ki su eklemeden çalıştırdık. Sapı yere değer değmez kırıldı. Kılavuzu okuduğumuzda su ile çalıştırılmadığını görünce iade etmek için geri gittik. Hem sapı da hemen yerinden çıkmıştı.

Çalışanların gülen yüzü kutuyu gördüklerinde bir anda düştü. İade edemeyeceklerini peşinen söylediler. Ha su makinesi ha değil fark etmez. O şekilde de kullanabilirmişiz. Etme eyleme falan derken kutuyu açtılar ve çıkan sapı gördüler. Kullanıcı hatasından dolayı iadenin mümkün olmadığını yinelediler. İyi de sizin söyledikleriniz ne olacak? Resmen farklı bir ürün satışı gerçekleştirmişlerdi. Hakkımızı helal etmeyiz gibi saçma sapan cümleler kullanıldıktan sonra aldım makineyi eve döndüm. Siz çalışanların ne hakkı vardı ki? Resmen zülüm hakkı!

Gördüğünüz gibi herkes kendi çapında haklı. Ve onlar haklıyken diğerlerinin hepsi haksız. Onları denetleyen bir merci olmadığı için kendi kafalarına göre kanunları yorumlayıp uyguluyorlar. Bir ara sırf onlar için polis olmaya karar vermiştim. Sonra vazgeçtim. Çünkü intikam için bu göreve gelirsem polislik unvanına zarar verebileceğimi biliyordum. Umarım savcılar gariban mazlumların yakasını bırakıp zalim zenginlerin çiğnedikleri haklara dur derler.
Advertisement
 

Start typing and press Enter to search