-->

PARTİZAN

- Haziran 20, 2018

PARTİZAN


20 HAZİRAN 2018   20:20
aaaltekin@mail.com


Dünya; doğası, havası, suyu ve içindekilerle hepimize yetecek kadar büyük bir yerdi. Ta ki açgözlüler hunharca yeryüzünü işgal edene kadar. An geldi, bir nefes almayı bile çok gördüler, bir yudum suya hasret bıraktılar, ocaklar söndürdüler zalımlar!

Çok mu gerekliydi?


Biz, asıl düşmanımız olan Şeytan’ı bir kenara bırakıp onun oyununa alet olduk. İstediği gibi yönetti ve bizi birbirimize düşürdü. Oysa sevgi ve saygıyı terk etmeseydik onun oyununda piyon olmazdık.

Sevgi ve saygının ortadan nasıl kaldırıldığına dair binlerce neden sayılabilir. Ben sadece bir tanesine değinmek istiyorum: Partizanlık.

Partizan, günümüzde kendi anlamını tamamen kaybetmiş ve bambaşka bir anlamda kullanılmaya başlanılmıştır. Partizanın asıl anlamı taraftar olmak. Birine bağlı olup onu sevmek onu saymak. Günümüzde ise benden olmayanı aforoz etmek anlamında kullanılır.

Değerli arkadaşlar! Bir kişi ve ya grubu sevebilirsiniz. Bu en doğal hakkınız. Sizin için onun değeri asla ölçülemez. Lakin karşıdakinin de aynı hislere sahip olduğunu unutmamalıyız. Benim sahip olduğum bilgi iyidir demek ayrı en iyidir demek apayrı bir şey.

Çağımızın bir vebası olan partizanlık, insanlar arasına nifak tohumları ekmekte. Partizan, sahiplendiği parti hakkında hiçbir şekilde yorum yapılmasına müsaade etmediği gibi karşıdakinin sahiplendiği partiye saldırma, küçük düşürme, yok etme hakkını kendinde bulabilmektedir. Bu kesinlikle yanlış bir şeydir. Hâlbuki bizi biz yapan farklılıklarımızdır. Bunları bir kenara atıp tek tip bir insan oluşturma gayretinde olmak bizi parçalamaktan başka bir işe yaramaz.

“Yiğidi öldür. Ama hakkını ver.” Sözü, tam da buraya vurgu yapmaktadır. Aramızdaki farklılıkları yok etmek yerine onunla birbirimizin eksiğini tamamlarsak ne İslam ne de insanlık bir daha zalimin elinde oyuncak olmaz.

Tarihimize baktığımızda partizanlığın hep kötü sonuçları çıkar karşımıza. Ve partizanlığı kullanan dış güçler de bu kötülüğün baş aktörleridir. “Ben en iyisiyim.” ve “Benden olmayan vatan hainidir.” Gibi söylemler onların ekmeğine yağ sürmektedir. Çünkü bu kutuplaşmaya götürür. Ayrışan bir devleti kendine esir etmek büyük güçlerin başvurduğu en basit ve etkileyici yollardan biridir. Oyunlarını bozmak için birbirimize kenetlenmeliyiz.

Günümüzde artık partizanlık zirve yapmıştır. En yakın arkadaşlarımızla girdiğimiz normal bir sohbet bile bağrış ve kavgayla bitebilmekte. Anne ve babasına duymadığı sevgi ve saygıyı partiye gösteren partizanlar, neredeyse partililere kul olmaktalar. Bu yanlışın içinde kalmak için de kendilerince haklı sebepleri yok değil. Rant sağlamak ve menfaatlerini elden bırakmak istemiyorlar. Tabi bu zenginler için geçerli. Gariban halk neden kraldan çok kralcık oluyorlar onu anlamakta zorluk çekiyorum.

Senin oyunla seçilen birinin sana hizmet etmesini beklemen en doğal hakkımdır. Fakat oyunla seçildiği andan itibaren senin verdiğin vergilerle kendine ev kiralamakta, koruma tutmakta, araba almakta ve diğer ihtiyaçlarını karşılamaktadır. Bunu idrak edemeyen gariban halk da bunu bir lütuf olarak görmektedir. Böyle olmasının tek nedeni partizanlıktır.

Biz bizi temsil edecek vekillere oy vermiyoruz. Ya tek bir kişiyi baz alıyoruz ya da partiye bakıyoruz. Seçimden sonra da saf saf bize hizmet edilmesini bekliyoruz. Bir gün olsun yüzünü görmediğin biri seçimden sonra gelip seninle ilgilenir mi?

Geçen gün arkadaşlarla otururken bir vekil adayın bahsi geçti. “Ben kalkıp halkın arasına inemem.” Demiş. Halkından utanan biri nasıl o utandığı halkı temsil edebilir? Etmeyeceği kesin de halkın buna gereken cevabı vermemesi insanı ister istemez şaşırtıyor.

Mehmet Ali Aslan adını duymayan kalmamıştır herhalde. Kendisiyle ilk olarak Batman devlet hastanesinde tanıştım. Bir hasta ziyareti için gittiğimizde o da kantinde namaz kılıyordu. Kendi kendime suizanda bulundum. Gösteriş için orada namaz kıldığını sandım. Sonra bir şey dikkatimi çekti. Etrafında hiç koruma yoktu. Namazını bitirdi, bize selam verdi, herkesin elini sıktı, sırayla hal hatır sordu ve kalkıp gitti.

- “Kim bu artist?” dedim arkadaşıma.

- Gerçekten mi soruyorsun yoksa alay mı ediyorsun?

Ne diyeceğimi bilemedim. Çok tanınmış biri olacak ki arkadaşım bana böyle bir tepki vermişti.

- Gerçekten soruyorum.

- Milletvekili Mehmet Ali Aslan.

- Şaka yapıyorsun!

- İnan ki o.

- İyi de koruma falan kimse göremedim.

- Doğrudur. Ama ben de bilmiyorum. Neden koruma kabul etmediklerini gelince sorarsın.

Bir daha gelecekti. Benim için büyük bir şeydi bu. Bir milletvekiliyle konuşmak. Hayal gibi bir şey.

Akşama doğru tekrar geldi. Diğer masaya oturmuştu. Gidip ilk önce gerçekten vekil mi değil mi onu öğrenmek için sorular sordum. Ve bizim köylerin arasında iki kilometre olduğunu öğrendiğim ana kadar tanışma faslı devam etti. Fakat orada bıraktım. Sonuçta tanıdık çıksaydık sorduğum onca sorudan sonra utanır bir daha konuşamazdım. Merak ettiklerimi sırayla sormaya başladım.

- Neden koruma bulundurmuyorsunuz?

- Bunun birçok nedeni var. Ben bunlardan sadece iki tanesini söyleyeyim. Birincisi, halkın parasını çarçur etmek istemiyoruz. İkincisi ise halkımızla aramızda engel oluşuyor. Korumalar halkı itekler ve ya hor görürse bunun altından kalkamayız. Biz onlardan biriyiz. Kalkıp nereden geldiğimizi unutma lüksüne sahip değiliz. Partimiz bu konuda çok hassas.

- Peki, silah taşımanız halkı tedirgin etmez mi?

- Biz silah taşımıyoruz ki.

Hem korumasız hem de silahsız. Gülüşmüştük.

- Neden?

- Yani, gerek yok. Kaderde yazılanın dışında başımıza bir şey gelecek değil.

Kendisinden çok etkilenmiştim. Sonra takibe aldım. Mecliste hep bölgenin sorunlarını dile getiriyor ve çözü odaklı konuşmalar yapıyordu. Takdir ettim. Aldığı oyların hakkını veriyordu.

Aradan baya bir zaman geçtikten sonra Midyat’ta meşhur bir haşlamacıya gittik öğretmen arkadaşlarla. Biz masaya otururken Mehmet Ali Aslan ile yanındaki bizim sağımızdaki masadan kalkıyorlardı. Yine selam verdi herkese ve hesabı kendisi ödeyip çıktılar. Öğretmen arkadaşlar arasında tartışmaya neden olmuştu. Tabi ben olaya müdahale etmeden sadece izledim.

- Bu Mehmet Ali Aslan değil miydi?

- Git işine oğlum kafa mı buluyorsun benimle. Adam, şimdi kim bilir nerede hangi lüks lokantada yemeğini yiyiyordur. Hem buraya gelse korumaları buraya girmene izin verir miydi?

- İnan ki oydu.

- Boş ver bunları da siparişleri ver. Hayvan gibi açım.

Diğer arkadaş hırs yapmıştı.

- Usta bakar mısın?

- Buyur hocam.

- Bu giden kimdi?

- Milletvekili.

Deyince öyle kalakaldı. Tıpkı ilk gün bende olanın aynısı.

Bizim aramızdan çıkıp meclise gidenler bir süre sonra maalesef nereden geldiklerini unutuyorlar. Ya da oyların kendilerine değil de parti başkanına ve ya partiye verildiğini bildikleri için hiçbir sorunla ilgilenmiyorlar. Gariban halk, böyle vekiller için birbirinin kalbini kırıp küserlerken onların hiç umurlarında bile olmuyor.

Partizanlık yaparken partinin menfaati değil vatanın selametini göz önünde bulundurmalıyız. Yanlışa yanlış doğruya doğru diyebilmeli ve daima partileri denetim altında tutmalıyız. Bu ülke sadece siyasilerin değil hepimizin. Sen ben diye bir şey yok, olamaz da.

Şu an nefret dilini ağızlarından düşürmeyen gariban halka seslenmek istiyorum. Siz ne kadar yaşama hakkına sahipseniz diğer vatandaşlar da aynı haklara sahiptirler. Herkesin kendince ülke için, gelecek için uygun gördüğü kişiler ve partiler var. Kalkıp bir oy için birbirinizin kalbini kırmayın. O oy elinizden gittikten sonra küskünlüğünüzle yalnız başınıza kalırsınız. Zira meclise giden 600 milletvekilinin hepsi Mehmet Ali Aslan değil. Kalkıp sizi barıştırmak için rahat koltuğunu bırakıp halkın arasına inmeyebilir.
















Advertisement
 

Start typing and press Enter to search