-->

7 HAZİRAN 2015

- Haziran 18, 2018

7 HAZİRAN 2015


18 HAZİRAN 2018   13:40
aaaltekin@gmail.com


Uzun bir aradan sonra geçen gün yine televizyon başına geçmiştim. İzlemediğim halde kanalları çeviriyordum. Tam televizyonu kapatmaya karar vermiştim ki karşıma Sayın Barış Yarkadaş çıktı. Hitabeti etkileyiciydi. Konuşmanın en çok hoşuma giden kısmı sandık güvenliği ile ilgili söyledikleri oldu. Lakin gördüklerimden sonra şu kanaate vardım: Konuşmak ayrı icraat apayrı.

Üniversitedeki üçüncü yılımı da devirdiğimde artık düşüncelerim yeni bir boyut kazanmıştı. Her insanın kendine göre bir değeri, kutsalı var tıpkı sizin de olduğu gibi. Eğer sevgi ve saygı görmek istiyorsanız ilk önce siz göstermelisiniz.

Son hak din olan İslam, asıl olarak temelinde bu var. İslam’dan önceki yaşayışa baktığımız zaman hak, hukuk, adalet yeryüzünden süpürülmüş gibiydi. Kadınların yaşama hakkı bile ellerinden alınıyordu. Erkekler baskın olabilir. Lakin bir gün evden kaçırılıp köle pazarında satılması da olasıydı. İslam, insana yatırım yapar. İnsanın gerçek değerini ortaya koyar. Peki, biz kimiz? Yeryüzünün halifeleri!

Okuduğum her kitapta ayrı bir düşünce. Toplum içerisinde bulunan kargaşanın, huzursuzluğun resmini kimse çekmiyor. Hep mutlu son. Oysa gerçek hayatta kardeş kardeşin katili, komşu komşuyu ezmekte, onur ve haysiyet birkaç kuruşla satın alınmakta, düşene el uzatmak yerine bir tekme daha atılmakta.

Üçüncü sınıfın sonunda kendi kendime bir karar aldım: “Yaratılanı severim, Yaradan’dan ötürü…”

İzmirli bir arkadaşım vardı. Siyaseti çok yakından takip ediyordu. Geldi yanıma ve seçim üzerine hararetli bir konuşma yaptı. Sandıklardaki görevli azlığı nedeniyle çok üzülüyordu.

- İstersen bir sandığa ben de müşahit olabilirim.

İnanamadı. Şaşkınlığı üzerinden attıktan sonra:

- Gerçekten mi? dedi.

Bir şeyler yapmak istiyordum. Kendi küçük dünyamızda hür yaşamaktansa koca kâinatta, insanların daha iyi yaşayabilmesi için hapis yatmak daha güzeldir. Geleceğe bir faydamız nasıl dokunur? Arayışı içindeyken ilk fırsatı yakalamıştım. Konuşmalarımdan emin olduktan sonra seçim günü erkenden hazır olmam gerektiğini söyleyerek gitti.

Her sabah olduğu gibi seçim günü de erken kalkıp arkadaşı beklemeye başladım. Yaklaşık bir saat sonra geldi. Zaman üzerinden biraz takıldıktan sonra beraber çıktık.

- Senin oy kullanacağın okul … mu?

- Evet.

- Hadi biraz acele et sıra uzamadan şu işi bitirelim.

Müşahitlik böyle bir şeydir diye düşündüm. İlk defa müşahit olacaktım. Ve benim okulu, sandığı ayarlaması hoşuma gitmişti.

Okula vardık. Ortalık sakindi. Bahçede dört beş polis oturmuş sohbet ediyorlardı. Sınıfa çıktık.

- Şimdi oyunu kullan ve hemen gel.

İşler daha da karmaşık bir hal alıyordu. Kafamda binlerce soru. Fakat hiçbirini sormadım. Girdim içeriye oyumu kullandım ve hemen çıktım. Tuttu kolumdan ve hemen aşağıya indik. Ben yine ağzımı açıp tek kelime etmedim.

Oyumu kime verdiğimi sordu, yolda giderken. Söyledim, hoşuna gitmedi. Zoraki bir gülümsemeyle sustu.

Ne kadar yürüdüğümüzü bilmiyorum. Çünkü yanıma telefon, saat falan almamıştım. Ama yarım saati geçen bir yürüyüştü. Nihayet bir okulun kapısından içeriye girdik. Burası benim oy kullandığım okuldan daha kalabalıktı. Kapıda bekleyen polislerin yanında bir minibüs de vardı.

Bana bir yaka kartı verdi. Üzerinde “DP” yazıyordu.

- Bunu al ve … numaralı sınıfa git. Sana soru soracaklar başta. Hiç rengini belli etme. Ne derslerse desinler münakaşaya girme. Sadece köşede otur. Sandık açıldığında ise hemen başına geç bekle. En son ıslak imzalı bir kâğıt verecekler sana. Onu al bana getir. Seni burada bekleyeceğim.

Görevimin tam olarak ne olduğunu daha yeni öğrenmiştim. Yaka kartını alıp söylediği sınıfa gittim.

Daha sınıfın kapısındayken içerden kahkaha sesleri duyuluyordu. Sesimi çıkarmadım. Köşeye bir sıra çekip oturdum. Bu hareketim dikkatlerini çekmişti.

- Hoş geldin Kardeş.

- Hoş bulduk Dayı.

- Selam vermeye layık görmedin mi bizi?

- Estağfurullah Dayı. Sohbetinizi bölmek istemedim.

- Adın ne senin?

- Abdulaziz.

- Nerelisin Abdulaziz?

- Mardin Dayı.

- Ne yapan burada?

- Selçuk üniversitesinde öğrenciyim.

- Kürt müsün Arap mı?

- Kürt.

Gülerek yanındakilere döndü.

- Geldiğimiz noktayı hepiniz görüyorsunuz arkadaşlar. Bu genç ta güneydoğudan kalkıp buraya gelmiş. “DP” adına müşahit oluyor. Seni sevdim Abdulaziz. Ben de “MHP” sandık görevlisiyim. Yanımdaki bu arkadaş senin partiden, onun yanındaki... “CHP”, “AKP” ve sandık başkanımız.

İsimlerini sırayla söylemeye başladılar. Arada bir beni yokladılar. Sohbete dâhil etmek istediler; ama kısa cevaplar vererek sohbetlerinin dışında kaldım.

Saatler geçmek bilmiyordu. Öğle arası “AKP” okul sorumlusu elinde poşetlerle içeriye girdi. Herkese selam verip masanın üzerine elindekileri bırakıp geri döndü. Tam çıkacakken beni gördü. Yüzündeki tebessüm dağılıverdi.

- Selamünaleyküm delikanlı. Müşahit misin?

- Aleykümselâm. Evet.

- Kimliğine bakabilir miyim?

- Sen kimsin?

- Belli ki sana bir şey öğretememişler kardeş. Bana kimliğini göster ya da çık git buradan.

Seslerin yükseldiğini gören “MHP” sandık görevlisi Dayı, konuşmama izin vermeden araya girdi.

- Yaka kartı var Başkanım.

Konuşmaya diğerlerinin dâhil olması moralini sıfıra indirmişti. Hemen geri adım attı.

- Onu görmemiştim. Hadi size kolay gelsin arkadaşlar.

“MHP” sandık görevlisi Dayı görevliler hakkında bana biraz bilgi verdi. Sonra da yemeğe geçtiler. Az önceki okul sorumlusu kendilerine yemek getirmişti. Tüm ısrarlara rağmen ben yerimden kımıldamadım.

Saatler beşe doğru geldiğinde “DP” sandık görevlisi yerinden kalkıp yanıma geldi. Benimle konuşmak istiyordu. Beraber dışarı çıktık.

- Bu saate kadar boşuna bekledik burada. Biliyorum buradan bize bir oy bile çıkmaz. Hadi rezil olmadan gidelim.

- Asla rezil olmayız. Biz görevimizi yapıyoruz. Rezil olan biri varsa o da partiyi satıp gidenlerdir. Sen merak etme.

Bunları duyan kadın birden hiddetlendi. Sesini çıkarmadan içeriye geri döndü.

Sandıklar açılmaya ve oylar zarflardan çıkarılıp üst üste konulmaya başladığı anda içeriye bir müşahit daha girdi. Yaka kartında “HDP” yazıyordu. Selam vererek yanıma geldi ve sandık görevlilerinin hareketlerini izlemeye başladı.

Oylar teker teker sayılıyordu ki birden başkan bir oyu geçersiz saydı. Evet mührü “CHP” amblemi üzerine gelmişti. Ben ve “HDP” müşahidi sesimizi çıkarmadık. Diğer üyeler başkana hak verip geçersiz saydılar. Birkaç oy daha bu şekilde geçersiz sayıldı. Ve sayıma devam ettiler. Bir oya ben de itiraz ettim. Evet mührü “AKP” amblemi üzerine vurulmuştu. Başkan ve üyeler itirazı kabul etmediler. “HDP” müşahidi beni destekledi ve ortada haksızlığın olduğunu ifade etti. Cebinden küçük bir el kitapçığı çıkararak bilmem hangi maddenin hangi bendine göre sizin bunu yapma hakkınız yok diye azarladı sandık başkan ve üyelerini. El kitapçığını gördükten sonra itirazı kabul edip önceki oylara baktılar. “CHP” için bir oy sayıldı. Fakat diğerleri yine geçersiz kabul edildi. Buna da itiraz ettim. Tüm oylara bakılmasını istedim. Çünkü çok sayıda oy geçersiz sayılmıştı. Başkan sadece bir oyu sayabileceğini söyleyip konuyu kapatmak istedi. Ben üstelemeye devam ettim. Diğer üyeler araya girerek kendi partileri için itiraz etmediklerini ifade ettiler. Kısacası sana ne oluyor dediler. Mantıklı bir çıkıştı bu. Sustum.

Oy sayımı bitti. “AKP” ve “CHP” müşahit olduğum sandıkta eşit oy almışlardı. “MHP”, “SP” ile “DP” sıfır. “HDP” yirmi sekiz. Oylar paketlenip çuvala konuldu. Gitmek için hazırlandılar. Ben sadece onlara bakıyordum. Islak imzalı sonuç kâğıdını almayı unutmuştum. Ama “HDP” müşahidi unutmamıştı. Başkan, bağırıp çağırmaya başladı.

- Sayın Başkan. Diğer parti üyeleri istemediler. Fakat herkese bir ıslak imzalı kâğıt vermek zorundasınız. dedi “HDP” müşahidi.

- sen kim oluyorsun da benimle bu şekilde konuşabiliyorsun. Vermek zorunda değilim ve vermeyeceğim

O sırada polisler sınıfa girdi. Kargaşa sırsında diğer sınıftakiler koridora çıkmış bizi izliyorlardı. “AKP” okul sorumlusu gelip polislere bağırmaya başladı. Beni tutuklamalarını istiyordu. Polisler ise cevap vermedikleri gibi tutuklamıyorlardı da. Etrafıma baktım, “HDP” müşahidi ortadan kaybolmuştu. Ben de konuyu uzatmadan çıktım dışarı. İçimden de diğer müşahide baya saydım.

Okulun dış kapısı önünde onu görünce yanına gittim. Bizim İzmirli arkadaş da hemen peşimden gelmişti. Tam yüreksiz, korkak gibi sözler söyleyecektim ki bırakmadı.

- Gel Birader gel. Acemi olduğun için kafanda şimdi onlarca soru birikmiştir. Birkaçını gidereyim. Birincisi, o sandıktakilerin hepsi aynı partidendi. Bunu fark edemediğin için itirazı kısa tuttun. İkincisi, ıslak imza olmadan o oyların hiçbir değeri yok. Birazdan sen de kendi gözlerinle bunu göreceksin. Çuvalı alan kendi aracına binip gidecek. Kapıdaki polisler de minibüse tek başlarına binip gidecekler. Üçüncüsü, yukarıya polisler geldiğinde hemen uzaklaşmam gerekti. Çünkü polisler anında beni tutuklayabilirlerdi. Ama sana dokunmayacaklarını biliyordum. Yoksa seni de yanıma alırdım çıkarken.

Hiçbir şey diyemedim. Söylediklerinin ağırlığı düşünme mekanizmamı çökertmişti. İnanmak istemiyordum. Fakat zaman doğruluğunu ispatladı. Her çıkan sandık başkanı kendi aracına binip giderken polisler sırtını dönüyordu. Numarasını alıp ayrıldık.

Seçim sonuçları açıklandıktan sonra “HDP”li müşahit beni aradı. Okula uğrayıp sonuçlara bakmamı istedi. Ben ise arkadaşla gittiğim için okul yoluna hatta ismine dahi dikkat etmemiştim. Sonuçları bana mesaj olarak gönderdi. “CHP” on, “HDP” iki oy almış gözüküyordu benim sandıktan. Diğer oyların tamamını “AKP” almıştı.

Şimdi buradan seslenmek istiyorum: Sayın Vekilim, sandık görevlisi olacak kişileri titizlikle seçmeniz gerek. Televizyonda konuştuklarınız çok güzel şeylerdi. Bu sayede kim ne oy aldıysa o. Ama önem vermezseniz tüm partiler bu zarardan kendi payına düşeni alır. Vesselam…





Advertisement
 

Start typing and press Enter to search