-->

İMAMIN ALLAH’A İSYANI

- Haziran 12, 2018

İMAMIN ALLAH’A İSYANI

12 HAZİRAN 2018    19:00
aaaltekin@gmail.com

Çocuk sevgisi bambaşkadır. Ve herkesin kalbine yerleştirilmiştir. Acaba çocuklarının büyüyüp bir canavara dönüşeceğini bilen bir anne baba yine de çocuk sahibi olmak ister miydi? Bilemeyiz.

Çanakkale destanıyla büyüdük neredeyse. Dersimize giren her öğretmen muhakkak kıyıdan köşeden bir konuya değinmiştir. Atalarımızın birlik beraberlikleri, iman gücüyle ortaya çıkardıkları ve daha bir sürü şey. Bir süre sonra bir şey fark ettim. Hep geçmişimizle övünüp duruyorduk. Günümüzde bunlardan eser yoktu. Peki, ama neden? Bir madde ile verebiliriz bunu:

-İnsanoğlunun bitmek tükenmek bilmez açlığı yüzünden!

Bu madde belki çok açıklayıcı olmamıştır. Biraz daha derine ineyim. Eskiden atalarımız ülkenin varlığı için çalışırdı. Cumhuriyet kurulduktan sonra bireysel çıkarlar ortaya çıkmaya başladı. Kendi boğazının derdine düşenler milleti sömürmeye başladı. Çok partili dönemle beraber baş gösteren bu durum bir tiyatro halini almaya başladı. Oy koparabilmek için alanlarda durmadan birbirlerine yüklenen vicdansız temsilciler halkı birbirine düşürüp kendi tabanlarını oluşturdular. Günümüz Türkiye’sinde artık bunun uç sınırlarını yaşıyoruz.

Size, gariban halk ve vicdansız temsilciler, zenginler arasındaki uçurumdan günümüze en yakın olanından üç örnek vereyim:

1) Arkadaşla oturmuş sohbet ediyorduk. Konu fetö olaylarına geldi. Gaziantep’te ikamet eden bir çift gece yarısı hastaneye gider. Adamın eşi hamiledir ve doğum sancıları başlamıştır. Sisteme kayıtlarını yapmak için kimlikleri alan görevli, çok geçmeden güvenliği çağırır. Adam ne olduğunu anlamadan eşini sakinleştirmeye çalışırken güvenlik görevlisi bayan gelir. Görevliler yüz yüze baktıktan sonra konuşmadan beraber bilgisayarın ekranına bakarlar. Güvenlikçi bayan adamın yanına gelir ve maalesef doktorun izinde olduğunu söyleyip onları dışarıya kadar yolcu eder.

Taksinin gelmesini beklerken bayan kendini tutamaz:

- Beyefendi?

- Efendim.

- Şimdi size söyleyeceklerim için lütfen sakin olun. Sizin iyiliğiniz için!

- …

- Aslında doktor yerinde. Fakat sistemde isminiz işaretlenmiş. İhraç edilmişsiniz.

- Anlamadım.

- Şimdi eşinizi başka bir hastaneye götürdüğünüzde oradaki güvenlik benim kadar nazik davranmayabilir. Çünkü devlet hastanelerinde sağlık hizmeti alamazsınız. Eşinizin durumu da malum. Acele etmeniz lazım. Ama sakın devlet hastanelerine gitmeyin.

- İşimizden ihraç ettiler sabrettik. Yurt dışı yasağı koydular, ailem fişlendi komşuların hiçbiri bizimle konuşmaz oldu. Alışveriş için nerdeyse başka semte gidiyorum kimse bir şey satmıyor. Şimdi de bu mu? Resmen açık ceza evinde kalıyoruz.

- Maalesef haklısınız. Ama bizim elimizden bir şey gelmez.

Evet, garibanların ellerinden bir şey gelmez. Onlar sadece üzülürler. Diğer yanda zenginlere bakalım. Gazeteci arkadaşa akşam tutuklanıp sabah bırakılan siyasetçi hakkında birkaç soru sordum. Neden haber yapmadıklarını şu şekilde aktardı: “Adamın arkası sağlam olmasa bırakırlar mıydı? ben kafayı mı yedim kalkıp haber yapayım.”

2) Daha önce taziyede karşılaşıp koyu bir sohbet ettiğimiz imamla yaklaşık dört ay sonra karşılaştık. Apartmanların kazanlarını temizliyordu. Durdum selam verdim. Ek iş mi yapıyorsunuz diye takıldım biraz. Başından geçenleri anlatmaya başladı:

- Yaklaşık iki ay önce babam Batman’a gitmişti. Dönüşte torunumu sevindireyim diye bir telefon alıyor. Okuma yazması yok tabi. Oyuncak mı değil mi nerden bilsin. Telefonu eve getirip çocuğa veriyor. Benim bunlardan ancak evi polisler basınca haberim oldu. Gözaltına aldılar bütün aileyi. Gözlerimin önünde neler yapmadılar. Ve ailemin yanında bana yaptıkları, anlatılacak gibi değil.

- Neden aldılar sizi?

- Babamın aldığı telefon gerçekmiş. İçinde de blok mlok bir şey varmış. Gözaltında yapılanlar yetmiyormuş gibi bir de fetö damgası yedik. Bu da yetmedi işten atıldık. Kalkıp şikâyet etmemem için de ayrıca eziyet ettiler.

- Şikâyette bulunmadın mı?

- Kimi kime şikâyet edeyim kardeşim?

- Haklısın. Ne denir ki bu durumda. Allah sabır versin hocam.

- Allah bizi görmüyor ki. Sadece onları affediyor. Mazlumların Allah’ı yok.
- …

Dilim tutuldu. İçindekilerini birden öylece söyleyiverdi. Diyecek bir şey yoktu. Kast sisteminin alt tabakasında yer alanların gözünün yaşına bakılmıyordu. Diğer yanda savcı görüşmesinden hemen sonra bırakılanları da gördük. Zenginler para verip hem yaptıkları yanlarına kar kalıyor hem de serbest bırakılıyorlardı.

3) Bir kış günüydü. Arkadaşımı ziyarete gittim. Şirketin önünde açık bir bahçe vardı. Araç izleri dikkatimi çekmişti. Oturtmuş çaylarımızı içerken konu araba izlerine geldi.

- Millet bu ehliyetleri bakkaldan alıyor herhalde.

- Neden?

- Gelirken gördüm kocaman bahçeye dalmış bir acemi.

- Aslında tam öyle değil. Ama benim keyfim kaçtı seninki de kaçmasın.

- Kötü bir şey mi var?

- Ya boş ver değmez.

- Sen anlat. Vakitten çok ne var?

- Senden yarım saat önce bir bayan geldi. Ev, araba, beyaz eşya almışlar. Yeni evli olunca tabi böyle yüklenmişler.

- İzlerle ne alakası var?

- Ne sabırsızsın. Bekle oraya geliyorum.

- Tamam tamam sinirlenme şaka yaptım anlat.

- İkisi de öğretmen maaşlarına güvenerek böyle borç altına alınmışlar. Eşi fetö’den içeriye alınmış. Kendisi de ihraç edilmiş. Altı aydır dosyanın içi boş olduğu için mahkeme de yapılmıyor. Eve haciz gelmiş. Kadın, sağa sola sormuş; ama dost falan nafile. Kimse telefonuna dahi çıkmamış. En son mesajları gösterdi bana. Ülkede şerefsiz mi yok? Bir sürü ahlaksız teklifler. Polise şikâyette bulunmasını tavsiye ettim. Hemen sonraki mesajları gösterdi. Polisler numarasını aldıktan sonra aynı ve hatta daha iğrenç mesajlar göndermişler. Ben elimden geleni yaparım. Fakat iş veremem dedim. “Buraya dilenmeye gelmedim.” Diyerek çarptı kapıyı gitti. Arabayı duvara doğru sürmüş. Neyse ki yerler çamur olduğu için direksiyon dönmüş ve yan kaldırıma çarpmış. Hemen hastaneye kaldırdılar.

- Kim bu öğretmen?

İsmini duyduğumda sinirden gözyaşlarımı zor tuttum. Adam, kendi halinde biri. Bir sineğin kanadını bile incitmemiştir dersek abartmış sayılmayız. Gerçekten fetö’den mi içeri alınmış? Kimse bilmiyor. Gidip sordum. “Altı aydır savcı boş bir dosyayla gelip karşıma oturuyor. Suçum ne? Diyorum isim gösteriyor. Bu adam senin hakkında bilgi verdi. Şimdi suçsuzluğunu ispatla. Şeklinde cevap veriyor…”

Ne savcı niçin tutukladığını biliyor ne de o neden tutuklandığını? Ensesi kalın olanlara baktığımızda tüm mal varlığı olduğu gibi duruyor. Kimse onlara dokunamıyor. Adalet kırbacı, polisin jopları onlara işlemiyor tabi.

Bunu bizim bir öğretmen arkadaşımla paylaştım. Hiç beklemediğim bir cevap aldım. “Ülkeyi bölmeye çalışanlara az bile bunlar.” dedi. Bre vicdansız! Hadi diyelim diğer iki olaya şahitlik etmedin suçlu olup olmadığını bilmiyordun. Peki, ya bu öğretmen? Senin fetö’ye bulaştığına inanırım da onun inanmam. diye kendisini azarlayınca hemen: “Üniversitedeyken bir ara evlerinde yemek yemiştik.” dedi. Bak görüyorsun. Sen bile onlarla takılmışsın. Ama o öğretmen, bir kör iftiraya kurban gitti. Daha suçlamanın ne olduğunu bilmiyor...

Bizim başımıza gelmeyince hemen karşıdakini aforoz eder, dinden çıkarırız. Ve suçlarını bilmeden ezmeye çalışırız. kısacası düşene bir tekme de biz atarız. Gerçekler ortaya çıktığında ise yüzsüz yüzlerimizle bir köşeye oturur pişkin pişkin güleriz.

Çanakkale ruhundan geriye bunlar kaldı değerli okur. Şucu bucunun gölgesinde hepimiz vicdansızlaştırıldık!
















Advertisement
 

Start typing and press Enter to search